10 Aralık 2014 Çarşamba

İstanbul'u kalbinden dinlemek

Hatırla mazi-i mesudu, sen de ben gibi yan Tulûğa bak beni yâd et, guruba bak beni an." - Münir Nûrettin Selçuk,
 Nihâvend "Bizim bütün sıkıntımız, muhafaza etmemiz gereken tarihi ve milli değerlerimizi ziyan etmemizdir. Biz, bahâ biçilmez bir hazineye sahip olduğumuz halde onun içinde kapalı kalıp açlıktan ölen milyarderler gibiyiz.”
 - Sâmiha Ayverdi, Milli kültür mes'eleleri ve maârif davamız

 Benim gibi 90'ların başında doğan kuşak, Sultanahmet'te gezintiye çıktığında mâziden kalan sayfaları arayıp bulmakta zorlanabilir. Elbette bunlar anılar, hatıralar ve hikâyeler değil. Niteliği bozulmamış, ilk günkü gibi kalmış yapılar. Burada ihtiyacı giderecek şey olsa olsa tarihtir. Tarihten istifade ederek belki Sultanahmet'i daha iyi kavrayabilir, anlayabilir ve dolayısıyla sahip çıkabiliriz. Elbette otomobiller, kaldırımlar ve birbiri ardına yükselen yapılar karşısında ne kadar sahip çıkabilirsek... Biz "Sultanahmet Meydanı" deriz. Daha evvelinden "At Meydanı" demişizdir çünkü Bizans "Hipodrom" olarak tanımlamıştır burayı. Onların büyük sarayı, zafer takı, dini mabetleri ve diğer kültürel yapıları burayı doldurmuştur. Hipodrom'un planlaması öyle yapılmış ki, bazı kitaplarda burada başlayan caddelerin Roma'ya çıktığı belirtilmiştir. Gerek Bizans gerekse Türk hakimiyetinde İstanbul her zaman kutsal bir şehir oldu. Hipodrom da kutsal bir meydan. Bizans'ın araba yarışlarıyla başlayan hikâyesi İstiklâl Harbimizin görkemli işgal protestolarına ve mitinglerine kadar uzandı. Şimdilerde bakımlı bir parktan ve Ramazan "eğlencelerinin" sahne aldığı bir turistik mekandan gayrı niteliği kalmasa da, tarihin büyük bir tanıdığır At Meydanı. Örme Sütun, Burmalı Sütun ve Dikilitaş; meydanın gizemli tarihini teşkil eder. Dikilitaş'ın kaidesindeki kabartmalarda Hipodrom'daki araba yarışlarının tasvirini görmek mümkündür.


İşte Seza Sinanlar'da kitabında kayda değer bir çok güzelliği anlatmış.Tasvire boğmadan ve sıkmadan.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder